Tavla beni tavla, salla pulları zarları…

1.sınıfın ilk dönemini bitirmiştik artık. Ailesi İstanbul dışında olan tüm öğrenciler memleketlerine dönüyor, herkes birer birer bavulunu alıp yurttan çıkıyordu. Ben de eşyalarımı toplamış otobüs saatimin yaklaşmasını bekliyordum. Maçta tanıştığım arkadaşlar da otobüs saatlerinin yaklaşmasını bekliyormuş meğerse. Ne tesadüftür ki otobüslerimiz 10 dk arayla Beşiktaş’tan kalkacaktı. Eray adlı arkadaş “kaçta çıkacaksın, hep birlikte gidelim” dedi. Ben başıma buyruk hareket etmeyi severim, o’nu bekle, bunu bekle pek bana göre değil. 9 gibi diye geçiştirmeye çalışırken tamam 9 olsun demek zorunda kaldım. Beklememeyi kafama koydum ya ben, 10 dk erken çıktım. İyi kimseler yoktu bekleyen derken arkamdan ayak sesleri duyuldu. Kaçış yoktu; Karabüklü arkadaşlar ve ben hep birlikte gittik. Erkenden varmıştık, bizim Karabüklüler Beşiktaş büfelerinden sosisli yemek istediler. “Sosisli de ne, ben yemem öyle şeyleri, hele o büfelerden hiç yemem” derken kendimi büfenin önünde buldum. Sosisli macerası da sona erdikten nihayet otobüs vakti geldi. Farklı firmalardan biniyoruz ama bilirsiniz belki tüm firmalar yan yana bilemedin iki aralıklı yerler. Ben Erkek Fatma “gerek yok, ben giderim” desem de Eray beni Kamil Koç’a bırakmaya geldi. İşte otobüse biniş öncesi telefon numaramı almak için tam zamanıydı ve bu zaman boşa geçmedi :)

Alınan numaralar tatilde kullanılmalıydı tabi. O dönem öğrenciler arasında çaldırıp kapatma modası vardı (anlamsız aslında ama öyleydi). Eray modayı biraz farklı algılamış ya da farklı bir anlam yüklüyor olsa gerek bir çaldırır ardından ikinciyi çaldırır kapatırdı. “Bir kere çaldırmak anlaşıldı da ikincisi neydi?” 1-2 SMS atıldı derken tekrar İstanbul’a dönüş vaktiydi.

Yine yeniden İstanbul’a geldik. Yurtta kalanlar bilir akşamları kantin muhabbetleri vardır. Her akşam kantine iniyoruz ve Eray’la tavla oynuyoruz. Ben çok da kötü oynamam, bir de sürekli yenmenin verdiği gazla dokunmayın keyfime :) Ben yendikçe Eray sinir oluyor içten içe belli ama bir şey demiyor. Yenilen pehlivan güreşe doymuyor her akşam aynı turnuva devam ediyor.

Bu süre içerisinde bizi gören kız arkadaşlarım da “bu çocuk kesin senden hoşlanıyor” diyorlar. Ben sürekli itiraz ediyorum, kabullenmek istemiyorum nedense. Farkında olmadan da her geçen gün daha çok şey paylaşmaya başlıyoruz aslında. Ben kolay kolay herkese her şeyimi anlatmam ama bakıyorum ki o gün ne oldu ne bitti anlatıyorum hevesle. Ben de ısınmaya başladım sanırım yavaş yavaş…

Takvimler 19 Mart 2003’ü gösterdiğinde artık tavla oynayan iki arkadaş olmaktan öteye gitmeye karar verdik ve skor 1-1 oldu :)

0 yorum: