Atmam atamam...

Kıbrıs dönüşünde en kısa zamanda gezip gördüklerimi sizlerle paylaşacağım dedim ama 10 gün geçmesine rağmen hala paylaşım yok çünkü hala kaybolan fotoğraf makinemizin peşinde koşuyorum.

Kıbrıs gezisi baştan sona olaylı geçti bizim için ve hava alanında fotoğraf makinesini unutarak son damgayı vurduk. tüm her şeye rağmen çok güzel olduğunu da söylemeden geçemeyeceğim.

istanbul'dan Kıbrıs'a giderken el çantamın içinde bulunan kremlerimi atmamak için gösterdiğim çabayı bu sefer de fotoğraf makinesini bulmak için gösteriyorum ama henüz bir sonuç elde edemedim.

El çantamda bulunan kremleri sıvı kısıtlamasına takılınca xray'den geçerken epey mücadele ettim hatta görevliye ben bunları "atmam, atamam" diye heyecanla bağırdığım için kocam tüm gezi boyunca bana "atmam, atamam" diye dalga geçti. Hava alanında bir pizzacıya teslim ettiğim eşyalarım 1 hafta sonunda süpriz bir şekilde bana ulaştı.

Allah sevdiği kuluna eşeğini önce kaybettirir sonra buldururmuş; şu an bir kez daha sevgili kulu olma hakkımı kullanmak istiyorum. Bir mucize olsa ve gezi fotoğraflarımızla birlikte makine bize gelse keşke.

8 yılın anısına canlı, neşeli, enerjik, romantik bir ada yakışırdı ;)

Her daim canlı, neşeli, enerjik, romantik, bozulmamış doğal güzellikleri, eşsiz tarihi zenginlikleri ile Akdeniz'de cennet bir ada olan Kıbrıs'tayız.

Beraberliğimizin 8 yılını geride bırakırken birlikte yeni güzellikler keşfetmeye devam ediyoruz. Kıbrıs dönüşünde en kısa zamanda gezip gördüklerimizi sizlerle paylaşacağım.

Herkese iyi hafta sonları,

Çığ

Tuncer Cüceloğlu'nun yazarlığının 40. sanat yılı olması nedeniyle sahneye konan Çığ adlı oyuna Ümraniye sahnesinde annem ve babamla yaptığımız kültürel aktiviteler kapsamında gittik :)

Çevresi dağlarla çevrili bir köyde yaşayan insanlar, kesinlikle yüksek sesle konuşamazlar, kahkaha atamazlar, kısacası gürültü yapamazlarmış…Çünkü yapılan gürültü patırtı çığ düşmesine neden olurmuş. İşin ilginç yanı çığ tehlikesinin, yılın dokuz ayında söz konusu olmasıymış. Bu insanlar yılın yalnızca üç ayında bağırabilirler, silah atabilirler ya da çocuklarını doğurabilirlermiş. Yalaktaki suyun tamamen dolması ise çığ tehlikesinin ortadan kalktığının göstergesiymiş.

Oyun, yine böyle bir zamanda bu köyde 3 kuşağın aynı yerde yaşadığı bir aileyi konu alıyor. Hayatı görmüş geçirmiş ve kendi kabuğuna çekilmiş bir dede; meraklı ve zamanıyla gelinine çok çektirmiş bir babaanne; yıllarca kaynanasından bıkmış ve hayatına kahreden bir kadın, kuralların doğruluğunu sorgulamadan uyan bir baba, karısını çok seven ve uğruna her şeyi göze alabilecek kadar cesur bir oğul ve hamile bir gelin.





Hamile olan gelin erken doğum yapana kadar hayat sessizlik içerisinde devam etmektedir. Bir gün gelinin sancıları başlar ama korkusundan kimse ile paylaşamaz. Sancısını sessizlikle geçirmeye çalışır kendi içinde, çünkü çığ tehlikesi varken doğum olursa gelinin diri diri toprağa gömüleceği söylenmiştir. Köyün kuralları buydu ve yapacak bir şey yoktu. Çaresizliğini ve korkusunu sadece kocasına anlatabiliyordu.
Yalağın dolmasına iki parmak kalmıştı ama evdeki herkes gelinin durumunu artık fark etmişti ve ailelerinin itibarını korumak için ebeye haber verildi. Ebe gelinin erken doğum yapacağına karar verir ve vakit kaybetmeden kolcuları çağırır. Kolcular ve eden oluşan karar heyeti infaz kararını verirler. Beklenecek zaman yoktur, bir kişi uğruna diğer insanların yaşamı tehlikeye atılamaz. Ayrıca köyün kuralları da bu şekildedir.



Çaresizlik içerisinde kahrolan oğul karısının ölüm kararına karşı bir şeyler yapmak adına evdeki tüfeği ele geçirip ve herkesi kontrol altına almayı başarır. Ya herkes ölecektir ya da karısı da kurtulacaktır. Dede beklenmeyen bir çeviklikle diğer tüfeği kaptığı gibi mağaradan dışarı çıkar ve silahı patlatır. Yıllarca korkulanın aksine çığ falan düşmemiştir.

Oyunu çok beğendim. Hem kurgusu farklı, hem tek perdede tam tadında kalan bir oyundu. Dekor soğukluk ortamını hissettirecek kadar başarılıydı.
Oyunun orjinalinde silah patlaması yerine bebeğin çığlıkları ile çığ düşmediği görülüyormuş ama ben son sahnedeki silah patlamasını da çok keyifli buldum. Hem “helal olsun sana dede” dedirtiyordu hem de son anda bir silkinip kendimizi bulmamızı sağlıyordu.